Keyfekeder Bir Mahalle Rehberi: Peckham

Peckham Kahvaltı Mekanları. Tasdikli Falafel Dürüm. Peckhamlılar Öğle Yemeğini Nerede Yer? Emek ve İçmek. Akşama Akdeniz Havası. İçki, Dans ve Negroni!

Nerede yaşıyorsun? Londra'ya ilk taşındığım yıllarda bu soruyu yüzeysel bulur, hatta kişisel alanıma ihlal gibi algılardım. Daha yeni tanıştığım biri neden yaşadığım yeri öğrenmek istiyor? Yaşadığım bölge, semt, hatta sokak, benimle yakınlığının derecesini belirleyecek en önemli etken mi? Posta kodum samimiyetimizi ya da önyargılarını mı şekillendirecek? Evim gecenin sonunda parti üssü veya son bir içki için gidilecek nokta olarak mı testten geçiriliyor? Birini tanımak için onlarca soru bulunabilecekken, eşyalarının ikamet ettiği alanı sormak niye? Kafamda bitmez sorular.

Ancak, Londra’da birkaç ay yaşadıktan sonra nerede yaşıyorsun sorusunun nedenini, ait hissetme duygusunu tetikleyen en önemli etkenlerden biri olduğunu kavradım. Her gün gittiğim kahve dükkanında, karşı masasında oturduğum insanlarla, beni merhaba diyerek karşılayan ve yeni yulaflı sütün veya kaju peynirinin geldiğini haber veren dükkan sahipleriyle, mektupları getiren postacıyla yapılan sohbetlerin değerini de. ‘Şu İtalyan restoranını denedin mi, ana caddede olanı demiyorum, arka sokaktakini?’ ‘Şarapçı eve teslimat da yapıyormuş, bir de her ay şef masaları kurulmaya başlanmış.’ ‘Köşedeki lokantada çarşambaları kitap kulübü var." Nerede yaşadığım beni tanımlamıyor, başkalarıyla sohbeti başlatmanın aracı oluyor, ve bu sohbetler bazen tanışmalara, arkadaşlıklara, benzer şeylerden zevk aldığım insanlarla kendiliğinden oluşan topluluklara, karşılaşmalara, kasti buluşmalara yol açıyordu. Londra’da evim mahallem, yaşadığım köy yuvamdı.

Peckham Levels’dan şehrin görünüşü.

O kadar çok ev, köy, yer değiştirdim ki sonunda Londra içi seyyahı olarak nam saldım yakın çevrelerimde. Başlangıçta Doğu’nun Kızı’ydım: Clapton, Shacklewell Lane, De Beauvoir, Islington’a kısa bir sefer sonrası: Hackney Wick. Sabah rutinim kanal boyu yürüyüşü ve kahve, Victoria Park gezintileri ve perşembe günleri depolardan, hangarlardan bezme evlerimizde plak geceleri, partileri, DJ setleriydi. Ardından Bermondsey’e, Tower Bridge Moorings’de bir tekne komününün en ucundaki üç oda, üç banyolu botumuza yerleştim. Thames boyunca Tate Modern ve The Mayflower’da Pazar biraları yeni alışkanlıklarım oldu. Hızla. Şu anda yaşadığım yer, Thames’i arkana alıp güneye doğru ilerlediğinde karşına çıkıyor. Nerede yaşadığımı sorduklarında, ‘Peckham’ diyorum. ‘Peckham’ın neresinde?’ diye soruyorlar; kahve severlere Nola'nın tam karşısında, müzik bilenlere Jumbi’ye 4 dakika yürüme mesafesinde, diye tarif ediyorum. ‘O zaman gelelim de gezdir bizi oralarda’ diyorlar. Bu Keyfekeder Bir Rehber: Peckam, onlar için. Güneyi merakla bekleyenler.

Bir gün yollarımız kesişir umuduyla, SE15’ten sevgiler!

Önceki sayımıza buradan göz atabilirsin. Gezegenimizin geleceğini önemseyen bir arkadaşın mı sana The Vegan Gazette’den bahsetti? Daha fazlasını öğrenmek için buradan abone olabilirsin.

Keyfekeder Bir Mahalle Rehberi: Peckham

Kahve mi kahvaltı mı?

Erken sayılabilecek bir saat. İşe yetişmekte olanlar hızlı adımlarla, hatta kimisi koşarak Peckham Rye’a doğru ilerliyor. Neyse ki Rons’tan kahve ve kahvaltı sandviçleri alacak kadar zamanları var tren kalkmadan. Saat 08:00'de açılıyor ve o andan itibaren genellikle oldukça kalabalık oluyor. Tezgahta gördüğün her şey vegan; çikolatalı kurabiyelerden miso ve zencefilli tofu, sriracha mayonez ve portakallı-acı biberli salatalık soslu ekşi mayalı baget sandviçlere kadar. Alan küçük; her zaman oturacak yer bulunmuyor. Bu sebeple, önlerinde laptopları, kitapları veya eskiz defterleri açık olanlar, Nola’da yulaflı latte ve kimchi tost yerken görülüyorlar. Daha geç uyanan, güne karbonhidrat arası zerzevatla başlamayı sevenleri ise Rye Lane Bagel önündeki sırada buluyoruz. Favorim tabii ki humus, salatalık ve vegan nduja soslu bagel.

Nola, SE15’in mahalle kahvesi.

Peckham'da öğle saatleri

Mr Bao birkaç sebepten dolayı mahallemin öğle yemeği meskeni. İlk olarak, tabii ki mekâna ismini veren bao'dan bahsetmeliyim. İki vegan seçeneği var: Çıtır Tofu, vegan mayonez, zencefil turşusu, kırmızı lahana salatası ve soğanla servis ediliyor. Teriyaki Şitaki Mantarlı olansa kırmızı soğan turşusu ve miso mayonezli. Her ikisi de mutlaka denenmeli; zaten bir lokmalık yemekler. Mr Bao’yu önermemin bir diğer sebebi ise sokağa bakan barına oturup Peckham halkını izlemek. E, şey, bir de susamlı yuzu salatasından bahsetmiş miydim?

Çıtır Tofu Bao.

İlk kez Persepolis ’e ancak orada bulunan, baharatlar aradığım için gittim: kara kimyon, kimyon otu ve frenk maydanozu. Masalara götürülen meze tabaklarıyla o esnada karşılaştım. 536 farklı salata ve en az 26 çeşit humus tarifinden o gün seçtiklerini, üçlü, dörtlü veya beşli çoklu olarak sipariş edebiliyorsun. Bir de ıspanak ve nohutla yapılan tahin soslu Fattet dürüm var ki... Of.

Peckham Rye Park & Common’da The Round kahvesi dışı.

En Root benim için, evimin hemen aşağısında, bazen giderken paket aldığım ama çoğunlukla bilgisayarım önümde oturup geç öğle yemekleri yediğim bir lokanta. Pazartesileri kapalı olmaları dışında, haftanın herhangi bir günü burada görülebilirim. Ancak Clapham’daki esas şubesine ve Brixton Ritz Sineması içindeki diğerine gidenler de, En Root’a mahallelerinde bulunduğu ve nefis yemekler yarattığı için aynı benim gibi teşekkür ediyor.Bu vegan Hint füzyon mutfağında, yediğim en farklı falafel yorumlarından birini denedim: Döner usulü diyorlar ve lavaş içinde servis ediliyor. Bunun haricinde, Hint klasiklerinden çıtır hamur topu Pani Puri; mango chutney ile servis edilen sebzeli börek Samosa ve Raja Bonet Fyah Fyah sosu serpiştirdiğim krep Masala Dosa da menüde bulunuyor. Eğer En Root’a yeniysen, altın renkli pilav, bir tür baklagil olan Chana Dhal ve patates yemeği Saag Aloo’nun yanyana dizildiği kase lezzetli bir tanışma olabilir.

En Root kasesi ve by Raja Bonet acı sosu.

Canın Yine Falafel Çekince

Yemanes’i ilk kez, Vittles’ın bir yazısında okudum. Londra'nın mutlaka denenmesi gereken falafellerinden biri olarak bahsediliyordu. Neredeyse her mahallenin ana caddesinde bir falafelci bulunan Londra’da, Yemanes’i doğu, kuzey, güney ve batı Londralılar için cazip kılan ve hafta sonları önünde kuyruklar oluşmasını sağlayan neydi? Cevabımı bir gün, dürümümün sarılmasını beklerken aldım. Hamur gözlerimin önünde taze açıldı ve birkaç dakika sonra, soslardan seçim yapmam için tezgâha çağrıldım: kurutulmuş domatesli siyah fasulye, humus, pancar, ıspanak ve patlıcan. “Hepsinden lütfen,” dedim ve dürümümün içindeki falafelleri sarmalarını izledim. Artık Yemanes’in neden Vittles’ın gündem maddesi olduğunu biliyorum.

Emek ve İçmek

Öyle bir şehirde yaşıyoruz ki çoğu kahveci saat 16:00 civarında paydos ediyor, hatta bazıları 15:30’da makinelerini çoktan kapatmış oluyor. Öğleden sonra çalışmak isteyen ama paylaşımlı ofisleri ya da gidecek işyerleri olmayanlar için hayat zor. Kriterler basit: Sessiz, bir süre oturabileceğin ve rezervasyon ya da kapanma saati nedeniyle kalkmanın istenmeyeceği bir köşe. Bu kadar. İnternete bile ihtiyaç yok çünkü telefondan paylaşılabiliyor. Benim için, Londra’daki ilk günlerimden beri bu yer: pub. Tek yapman gereken, 12:00 veya 15:00’te açılanları bulmak. Uzun denemelerden sonra kesin kararımı verdiğim Peckham’daki bu yerin ismini kaydetmeni öneririm: The Old Nun’s Head. Akşamları popülerliği nedeniyle ayakta bile yer bulamadığın kalabalık gecelerin aksine, gündüzleri bürom burası. Öğleden sonra biralarını yudumlayan mahallelilerle ayrı masalarda karşılıklı pek çok gün geçirmişliğim var.

Peckham’ın Akdeniz hali

Naïfs, en az iki yıldır listemdeydi, ama buluşmamız biraz zaman aldı. Camberwell şarap dükkanlarını içeren ve bitkilerin büyülü dünyasından çıkacak tabakları merak eden akşama hazılıklı arkadaşları bir araya toplamak gerekiyordu. Gece İtalya, Etna terituarından seçilen ve üç kişi arasıda paylaşılan bi şişeyle Veraison’da başladı, Cellar Next Door’da Kent Pinot Noir kadehiyle devam etti. Edindiğim bilgilere göre Kent, İngiltere’nin şarap ağının yeni, popüler bölgelerindenmiş. Beraber gittiğimiz üçlüden biri bu konuda hem ilgili hem bilgili olduğu için seçimleri ona bıraktık, gecenin sonunda "şarap hakkında hiçbir şey bilmiyorum" duygusuyla raflar arasında gezinirken ne gibi kriterlere dikkat etmem gerektiği konusunda dersimi tamamlamış, miisafirliğe giderken insanları şaşırtmak için hangi üzümler, ülkeler, bölgeleri tercih edebileceğime dair birinci sınıftan mezun olmuştum. Apéro, Camberwell Arms’da Fransız Negroni’siyle son buldu, benim damak tadıma göre biraz fazla meyve aromalı. 

Veraison Şarapçılık.

8:30’da Naïfs’in kapısından içeri girdik. Bizi ilk ızgara balkabakları ve bademden yapılan ricottanın merkez üssü mutfak ve gülümseyen şefleri karşıladı. İçerinin sıcağı içimi kapladı. Kısık ışıkların sarı pantonesi, alçak sesle konuşan insanlar, Korsika’nın mahalle lokantalarına götüren dekor, veya ocaklarda pişmekte olanların ısısı, hangisi, belki de hepsi bilmiyorum. Masaya yürürken akşamüstü meltemini parmaklarımda hissediyor, dışarıdan gelen Akdeniz’in dalga seslerini duyabiliyordum. Naïfs’de set menü, mevsimlik sebzelerle hazırlanıyor ve paylaşımlı. Elindeki arkalı önlü kısa yazılar az sonra yiyeceklerinin haberini vermek, aramızda sohbete koyulmak için var. Burada üç önemli anda seçim bize bırakılmış. Bir: Başlangıç. Biz mahallenin bir diğer ünlüsü Toad fırını ekmeğiyle servis edilen mercimek pâté (ezme) ve incir reçelini tercih ettik. İki: Tabii ki şarap, masamızda Entras Vinyes, Funambul Cava. Üç: Tatlı. İlk kez gittiğimiz için, Summer Time Sadness (Yaz Günü Hüznü) ismiyle bilinen ravent, Oolong çaylı, elma kremalı gofretli parfe ve beyaz çikolatalı ganaj, çarkıfelek meyveli Naïfs Çikolatalı Kek’in her ikisini de istedik.

Arkadan Öne: Konfiye sarımsaklı aioli ve ekmek kırıntılı lahana salatası. Izgara yer elması, harissa, turşulanmış turp ve elma, tahin sosla. Narenciye reçeli ve bademli ricotta ile kızarmış karnabahar. Yeşil bezelye, kral istiridye mantarı ve radikyo ile gelen ızgara balkabağı.

Az sonra yiyeceğim harikulade yemekleri kokularından keşfettiğim andan, togarashi, narenciye reçeli ve bademli ricotta ile kızarmış karnabahardan aldığım lokmaya, yeşil bezelye, kral istiridye mantarı ve radikyo ile gelen ızgara balkabağının ana yemek olarak sahne aldığı zamana kadar tüm deneyim, kusursuz. Burada adeta bir şef masasındasın, ama aynı zamanda seni yemekle şımartan büyükannenin mutfağı oturduğun yer. İlkbaharda ya da güneş ışığının cildimden eksik olduğu zamanda, görüşmek üzere.

Cultura Mexicana

Daha önce yazmıştım, Meksika tacoları, burritoları, tamaleleri, conchaları, meyan şurupları, Mezcal’ı ve acı sosları bir zamanlar Londra'nın çok kültürlü mutfak sahnesinden eksikti. Ancak, şimdi yükselişlerini mutlulukla gözlemliyorum. Londra’da son zamanlarda açılan restoranlar, pazar tezgahları, marketler, dükkanlar, pop-up mutfaklarında Meksika önemli bir yere sahip. Sadece Peckham'da, deneyip sevdiğim, müdavimi olduğum dört yerden bahsedebilirim:

Evimin tam karşısındaki TACA, taco canım çektiğinde gittiğim yer. Üç seçeneği var: fasulye, mantar ve ızgara avokado. Pacifico ya da Modelo lager eşliğinde iyi gidiyor.

The Vegan, Guacamoles.

Peckham’a yabancı bir arkadaşım geldiğinde, açsa ve akşamsa onu Taquiza’ya götürüyorum. Atmosfer samimi ve rezervasyon gerekmiyor. En fazla 10 dakika içinde bir masaya oturtuluyorsunuz. Mevsimsel olarak değişen menülerinde bugünlerde Kayınvalidenin Siyah Fasulye Ezmesi; avokado, salsa, çıtır tortillayla gelen ata tohumlu domates salatası ve yavaş pişirilmiş ateşte vegan brisket var.

Guacamoles sadece bir vegan taco seçeneği sunuyor: The Vegan. Malzemeler şefin isteğine göre değişiyor. Ama asidik, ferahlatıcı tatlar ve domates salsaları sabit.

Mexican Mama, Meksika kültürünü yemek yoluyla keşfedebileceğin bir bakkal. Raflarda muntazam dizilmiş soslar, biberler, tatlılar ve atıştırmalıklar OCD'mi rahatlatıyor. Burada çeşitli Mezcal ve acı sos tadımları yapabilir, satın alabilir, hakkında bilgi edinebilirsin. Paketli bir Meksika lezzeti için öneri: Vegan Tamales.

Bir şeyler içelim mi?

Bölge olarak Peckham’a 10 dakika yürüme mesafesinde, Nunhead’de bulunan El Vermut, Negroni tutkunları ve ilk veya yüzüncü randevusunda olan çiftler için ideal. Ben şahsen barda bir taburede oturup, barmenlerle vermut hakkında sohbet etmeyi seviyorum.

Jumbi’de bir perşembe.

Bradley Zero tarafından tasarlanan Jumbi, "Peckham’ın kalbinde, Afrika-Karayip diasporasının seslerini ve tatlarını kutlayan bir Hi-Fi Müzik Barı ve Restoranı" olarak kendini tanımlanıyor. Evimden sadece dört dakika yürüme mesafesindeki bu Londra klasiğine hafta içleri Picante içmek, arada bir de yandaki hangarı da kapsayan partilerinde dans etmek için gidiyorum. Her Salı, Orii Community sahne alıyor; Londra merkezli bu müzisyen ve sanatçı kolektifi, jam session’larda birlikte üretmek ve eğlenmek için bir araya geliyor.

Corsica Studios’un ürünü The Carpet Shop, kendini bir salmak için ideal. Yetenekli DJ arkadaşlarımın da onayladığı gibi, Londra’daki mevcut ve gelecek yetenekleri ilk kez burada dinlemen mümkün.

Stuart Glen ve Eugene Wild The Cause’u Tottenham Hale’de 2018 yılında topluluk odaklı felsefeyle açıyor. Bugün mekanın kendisi Docland’e taşınmış da olsa, All My Friends (Hackney Wick), The Marquee Moon (Stokey)’den sonra The Greyhound (Peckham) aynı ethosla tasarladıkları mahalleli meskenleri.

Bir dahaki sefere

  • The Yogariseda güneşli bir gün vinyasa dinamiği,

  • South London Gallery’de kitaplar ve sanat eserleri arasında gezinti. Ayrıca etkinliklerini kontrol etmeyi unutma; 31 Ocak’ta Sisterwoman ile gerçekleştirdikleri gibi vegan bir akşam yemeği veya 7 Şubat’ta yazar Oluwaseun Olayiwola ile Strange Beach (Garip Sahil) kitap tanıtımı ve okumalarına denk gelebilirsin.

  • Sergiler, açılış partileri, kitap okuma kulüpleri, kokteyl ve çizim buluşmaları, komedi geceleri, sanatçı konuşmaları için Peckham Pelican.

Bold Tendencies’den günbatımı.

  • Gece dışarı çıkmadan, Voodoo Ray’s’de bir Queen Vegan dilimi. Belli olmaz, bir anda mekan partiye de dönüşebilir.

  • Kırtasiyeci The Completist’in uzantısı Etc.Store’dan kendine veya arkadaşlarına hediye bakma. Burada, kurucular Jana ve Marko, her parçanın hikayesi ve zanaatkarlığına odaklanarak bağımsız tasarımcıları, üreticileri destekliyor, tanıtıyorlar.

Peckham’dan sevgilerle.

  • Yazın: Copeland Binası’nın üst katındaki Rooftop Film Club geceleri ve Peckham Levels üzerindeki, eski bir otoparkın yeniden işlevlendirilmesiyle yaratılmış Bold Tendencies’te gün batımı ve açık hava sergileri.

  • Peckhamplexte film gösterimi. Her seans sadece 5,99 £. Uygun fiyata hem vizyondaki hem de bağımsız filmleri izleme imkanı bulabilirsin.

  • Çarşambadan pazara, 12’den itibaren Café Mondo’da bezelyeli sandviçler.

The Vegan Gazette’e gösterdiğin ilgi için teşekkür ederiz. Vegan dünyasından haberdar olmak isteyen arkadaşlarınla bizi paylaşmaktan çekinme!

The Vegan Gazette