The Vegan Gazette #1 (Türkçe)

Hazal, The Vegan Gazette’in kurucusu ve yaratıcısı. Pockets: Çıtır falafelin pofuduk pideyle buluşması. Telezzüz: İstanbul’un Michelin Yeşil Yıldız ödüllü ilk vegan fine dining restoranı. Pigalle’de sürdürülebilir bir otel. Taquiza: Güneydoğu Londra’da son keşfimiz.

Merhaba! The Vegan Gazette’in ilk sayısına hoş geldin.

Veganların neden, nasıl, ne şartlarda, ne zaman, nelere rağmen ve nelerin karşısında vegan olduklarının hikayelerini, restoranlardaki vegan tabakları keşfedecek, vegan mekanlarda uzun zaman geçireceğiz. Ekolojik ve organik tarımla üreten çiftliklere, sürdürülebilir tercihler yapan şehir otellerine seyahat edeceğiz. Marka isimlerini yerel, zulümsüz üreticilerle değiştirecek, fark yaratan toplulukların bulunduğu mahallelerde dolaşacağız. Veganlık: Bir trend mi, bir yaşam tarzı mı, bir inanç mı yoksa politik duruş mu? Veganlık aktivist çevrelerde yükseliyor mu? Çocuklar vegan olarak büyütülebilir mi? Gelecek vegan mı, öyle olmalı mı? Bu gibi sorular makalelerimizin ana temaları; Aquafaba, nutritional yeast, B12, vegan sözlükteki kavramlardan kimisi.

Kolektif reformların kişisel farkındalıklarla başlayacağına olan inanç ve tek bir hikayenin ortak geleceği dönüştürebileceği umuduyla.

Hadi, başlıyoruz!

İlk sayıdan kısa başlıklar:

Vegan: The Vegan Gazette’in kurucusu ve yaratıcısı Hazal ile tanışın. Londra’da, Peckham mahallesinde gezdirecek bizi.
Mekan: Çıtır falafelin pofuduk pideyle buluşması.
Haber: Telezzüz: İstanbul’un ilk vegan fine dining restoranı, Michelin Yeşil Yıldız ödülü aldı.
Destinasyon: Paris’in Pigalle semtinde sürdürülebilir bir otel.
Tabak: Güneydoğu Londra’da bir Meksikalı: Taquiza.

Keyifli okumalar!

Gezegenimizin geleceğini önemseyen bir arkadaşın mı sana The Vegan Gazette’den bahsetti? Daha fazlasını öğrenmek için buradan abone olabilirsin.

Tanışalım: Hazal

Veganlık önümüzdeki yıllarda karşıt bir politik duruş olarak daha da göz önünde olacak. Daha da çok insanı huzursuz edeceğiz. Huzursuzluk elzem.

Kendimi şanslı sayıyorum çünkü çocukluğumdan beri etli yemekleri pek sevmez, çoğunlukla mücadele vererek ve ayıklayarak tüketir, ıspanağın üzerine de yoğurt koymazdım. Keçiler, eşekler ve kuzularla çok sık fotoğraflanmışım. Onların en yakın arkadaşım olduğu hikayeler var daktiloyla yazılmış. Paris’te geçirdiğim, peynir tabakları ve omletin beslenmenin hammaddesi olduğu, Ege’de kalamar ve karidesin masaya VIP olarak katıldığı yılların haricinde, hayvansal ürünlere ilgim olmadı. Hayatımın uzun dönemlerinde vejetaryendim, bazı doktorların etin beslenme için elzem olduğunu baskılaması, benim zaman zaman başgösteren demir eksikliğim ve o yıllarda beslenme konusundaki bilgisizliğim sebebiyle vegan olmam biraz zaman aldı.

2017’de, vücudumda eksik olan D vitamini ve demirin yanı sıra, bende noksan olmasa da vegan beslenmede hep bir soru olarak karşımıza çıkan protein ve B12 üzerine araştırmalar yapmaya başladım. Tam bu süreçte Londra’da taşındım. Son 7 yıldır veganım. İyi ki. Londra, bu konuda muazzam bir eğitmen. Dünyanın en çeşitli ve vegan dostu şehirlerinden biri. Veganını bulamayacağınız bir dünya mutfağı yok. Net. Varsa da marketlerde satılanlar ve sosyal medyada takip edilenlerle yaratmak çok kolay. Burada ne yediğimle yargılanmıyorum, kolayca bilgi bulabiliyorum, vegan olduğumu gururla söyleyebiliyorum ve bir çorbanın içinde tereyağı, bal, kemik suyu ya da olası yumurta izleri hakkında detaylı soru sormak zorunda kalmıyorum. Rutin kan tahlillerimin de gösterdiği gibi, vegan ve daha sağlıklı olabilirim. 

Peckham Rye İstasyonu’nda

Vegan olduğum günden beri, neyi, nasıl ve neden yediğim konusunda da bambaşka bir bilincim oluştu. Veganlığın, sadece sebzenin, bitkinin, meyvenin, kuru baklagillerin ve kuruyemişin uçsuz bucaksız dünyasını değil, aynı zamanda hoşgörüyü de öğrettiğine inanıyorum. Önyargılara, pardon burada düzenleme yapmak isterim: yargılara karşı tahammül gösterdikçe, dinlemeyi, kendini daha açık ve sükunetle ifade etmeyi de öğreniyorsun. İletişim ve başkalarını anlama yeteneği, zamanla tüm ilişki biçimlerini güçlendiriyor. Bu içgüdü, bir araya gelen, birbirini anlamaya çalışan ve zamanla farklılıklarla “biz” olacak bir grup insanının temeli.

Veganların vegan olmayanları yargıladıkları gibi bir algı var. Bu aslında dünyaya ve kendine yararlı olacağına inandığın temel inancın sebebiyle seni aşağılama, eleştirme, dalga geçme dürtüsünde olana, ötekileştirene başkaldırı.

Veganlar bir bütün değil, diğer tüm insanlar gibi, çeşitli değerlere ve ilgi alanlarına sahip. Ben hayvanların insanlar kadar yaşama hakkına sahip olduğu inancına dayanarak, önceden öğrenilen tatları ve alışkanlıkları terk ettiğim bir yaşam biçimi olarak veganlığı seçiyorum; dünyanın geleceği için karbon ayak izimi azaltarak yaşıyorum bu esnada da özellikle süt endüstrisinin ekofeminist okumalarını yapıyor, bir kez daha dişinin insanlık tarafından nasıl sömürüldüğüne tanık oluyorum. Vegan olmak eşittir eyleme geçmek. Ben bunu The Vegan Gazette’i kurarak yapıyorum. Bambaşka sokaklarda bambaşka aktivistler fabrikalar önünde, pub sohbetlerinde, meyhane masalarında, okul kantinlerinde, sahnede, ekranda. Veganlık önümüzdeki yıllarda karşıt bir politik duruş olarak daha da gözününde olacak. Daha da çok insanı huzursuz edeceğiz. Huzursuzluk elzem.

Bold Tendencies | Frank's Cafe

NABIZ YOKLAMA

Son zamanlarda Peckham’dan Nunhead’e, ardından Brockley ve Deptford’a yaptığım yürüyüşlerden keyif alıyorum; bu parkur beni Kürt, İran, Gürcü, Jamaika, Gana ve Etiyopya mutfağından vegan restoranlarla tanıştırdı.


Yıllarca D vitamini ve demirin yalnızca hayvansal ürünlerden alınabileceğini söyleyen doktorlara güvendikten sonra, bitkisel kaynakların bolluğunu keşfettim: fasulye, bezelye, mercimek, nohut, ıspanak, ceviz, kayısı, kuru erik, kuru üzüm iyi bir protein başlangıç kiti.

Vazgeçemediğim yemek: Pad Thai. Önerilerini beklerim.

Favori vegan mekanım: London Fields’deki Pocket’s. Aşağıda detaylı olarak sebeplerini anlattım.

Vegan olmayan arkadaşlarımla gitmeyi sevdiğim yer: Bubala, Soho.

Beni vegan yapan kitap: Hayvan Haklarını Savunmak Abolisyonist Veganın El Kitabı– Gary L. Francione ve Anna Charlton.

Her gün yiyebileceğim yemek: Tofu Veganda Sichuan usulü kavrulmuş noodle.

Gece yarısından sonra: Jumbi, Jazu ya da Güneydoğu Londra’da yeni keşfettiğim herhangi bir Hi-Fi barda beni bulabilirsin.

Ofiste

Vegan olarak beni en çok şaşırtan şey: Mantarların sonsuz evreni, özellikle lion’s mane (aslan yelesi) mantarıyla yapılan tarifler.

Veganım ama: Yıllar önce aldığım ikinci el yün kazakları hala giyiyorum.

Tanışmanız gereken bir vegan: 50 Maddede Vegan Olmak kitabında birlikte çalıştığım, Emel Ernalbant. Şimdi Manchester’da yaşıyor ve bitki bazlı yemek okulu Greens & Others’ı yürütüyor.

Bir inziva: Santorini’deki Ethos Vegan Retreat and Suites.

Favori vegan şehrim: En son Brüksel, çünkü orada Terter’i keşfettim.

Hazal’ın hikayesinin devamı burada.

Pockets: Çıtır falafelin pofuduk pideyle buluşması

Yazan: Hazal Yılmaz

Ortalama bir Doğu Londralının hafta sonu, iki büyük etkinlik etrafında döner: Cumartesi Broadway Market'te dolaşıp ne yiyeceğine karar vermek ve Pazar Columbia Çiçek Pazarı'nda botanistler, çiçekçiler, yeşillikler arasında gezmek. Deneyimli Londralılar, pazara gitmek için en iyi saatin 15:00 sonrası olduğunu, yarı fiyatına fırsatlar bulunduğunu ya da “en son kaça olur?” diye sorarak boyundan büyük ağaçlarla eve dönülebileceğini bilir. Bu tur genellikle The Dove’da veya The Spurstowe Arms’da arkadaşlarla buluşarak tamamlanır, Bloody Mary bir gece öncesinin tortularını kazımaya birebir.

Aç ve sızlanan bir Londralıyı, her ne kadar yiyecek için sırada bekletmek zor da olsa Pockets her haftasonu bunu başarıyor. Itamar Grinberg tarafından kurulan Pockets, önce Oxford’da, ardından Chatsworth Road Market’i takiben Netil Market’te, son olarak da Mentmore Terrace’daki daimi yerlerine taşınıyor. O günden beri, Londralılar nihai hedefleri falafel pitaya ulaşmak için sıradalar.

Sağda: Pockets’in falafel pidesi. Solda : Pockets’in falafel pidesi.

Bu elinde tuttuğum harika şeyi sadece bir falafel olarak tanımlamak hata olur. Pofuduk pide, çıtır yeşil falafeller, sonunda sormaya cesaret ettiğimiz ve mango bazlı olduğunu öğrendiğimiz sos, humus, tahin, lahana salatası, sumaklı soğan, domates, salatalık, maydanoz ve son dokunuş: önce haşlanmış ardından kızartılmış patates dilimi. Hazırlamak yaklaşık iki dakika sürüyor, sırada önünüzde kaç kişi olduğuna bağlı olarak geçireceğiniz zamanı kitap, müzik, podcast veya arkadaşla değerlendirmek mümkün.

Ne sipariş edilir? Falafel, tabii ki! Acılı ya da acısız.

Dikkat! Mentmore Terrace’a taşındıklarından beri, Pockets Çarşamba’dan Pazar’a kadar açık. İyi haber şu ki, kuyruklar daha kısa. Kötü haber yok.

İpucu: Yolun karşısındaki Saint Monday Brewery’de pint (568.261 ml’ye tekabül eden bira ölçü birimi) için ideal. Üstelik vegan ocakbaşı LD’s Kitchen ‘ın da ev sahibi. Bir dahaki sefer mahallede olduğunuz zaman için notlara yazılsın.

Hoy Paris’te sabaha yoga ile başlamak

Neden Gitmeli? Kahvaltıda mor mısırdan krep, akşam yemeğinde kaju kreması ve dereotu eşliğinde, kavrulmuş soğanlı tostada, Fransız yapımı organik güzellik ürünleri, Fransa’nın ilk infrared ısıtmalı yoga stüdyosunda YUJ YOGA ile yoga dersleri, Francesca ile vegan tarif atölyeleri ve La Florería'den burna dolan çiçek kokularıyla bir veya birkaç gün geçirmek için.

Dikkat: Hoy'un etkinlik takvimini kontrol etmek şart, çünkü H VEGAN BENTO gibi pop-up mutfakları keşfetmen oldukça olası.

Hoy Paris'in 21 odasında televizyon yerine, esneme barı var. Bluetooth hoparlörleri Albarello Cerámica tarafından seramik, el yapımı üretim.

Chiaki Kokami, La Florería'nın baş çiçekçisi, kurutulmuş çiçekler, boya ve çeşitli doğal malzemelerle Japon tekniklerini uyguluyor. Atölyelerine katılıp bu sanatı öğrenmek Paris programına alınmalı.

Yoga seansından önce Pigalle mahallesine doğru manzara.

MESA de HOY restoranında, Latin Amerika kökenlerinden ilham alarak yapılmış bitki bazlı pankek.

The Vegan Gazette’e gösterdiğin ilgi için teşekkür ederiz. Vegan dünyasından haberdar olmak isteyen arkadaşlarınla bizi paylaşmaktan çekinme!

The Vegan Gazette